Bak, burada ne aradığını sormayacağım sana. Büyük olasılıkla bir yanlışlık yaptın ve girdin bu sayfaya. Belki bile isteye de girmiş olabilirsin. Hayır, hayır, yanlış anlama, suç falan işlemedin. Tersine! Bir dosta kimin gereksinimi yok ki? Yalnızca merhaba, iyi ki geldin, diyecektim. Konuğum olmana sevindim. Konukluk süren hiç önemli değil.


Sen diye seslendiğim için bağışla demeyeceğim. Sen’in ve Siz’in taşıdığı değerler öyle karıştı ki birbirine, sevgili Türkçe hocalarım ve ‘saygı’, kusuruma bakmasınlar. Doğrudan, bodoslamadan senin yüreğine seslenebilmek isterim.


Ben, uyarmak istedim seni. İyi de, ben, ben diye kafa ütüleyen ‘ben’ kimim önce, değil mi? Sen, evet sen, tanımadığım, hakkında hiçbir şey bilmediğim ve bilmek de istemediğim kişi, senin kadar kendimi de tanımadığımı söylesem çok şaşırmazsın değil mi? Bu sorunun, yani kim olduğumun kafamda açık, verilmiş bir yanıtı yok. Eğer bu yanıtı bilseydim ne bu sayfa olurdu, ne bunca saçmalığı yazma cesaretim… Ben, biriyim, senin gibi biri. Herhangi biri. Dur! Dur, bir dakika! Bir şey olduğumu şimdi anımsadım birden. Bir niteliği kendime hep yakıştırırım ve sürüyor bu: okumak, okurluk. Tamam, bana ‘okuyan biri’ diyebilirsin. Bundan duyduğum gurur ve mutluluk sözlerime yeterince yansıyor mu acaba? Bu beni güçlü yapar mı? Okuduğum kitapların sayısal gücüyle un ufak edebilir miyim yeryüzünü? Ama aramızda kalsın, bende (yine mi ben!) katip Berthleby karmaşası vardır: Yapmamayı yeğlerim!


Nerede kalmıştım. Evet. Yalnızca, Türkçenin derin ve gövdeli seslerinden Birhan Keskin’in dediği gibi; ‘şimdi’ ve ‘burada’ olmanın kederine karşı çıkmadım.


Cesaret demiştim ya… Aklıma hiçbir şey gelmedi? Belki de ölümüne korkan biriyim. Şimdi neden diye soracaksın ve yine yokuşa süreceğim. ‘Ben’…


Ben. Birinci tekil kişi adılı. Türkçe sözlükte olmasaydı dünya başka bir dünya olur muydu?


Sözü uzattım, tamam. Sanal evrenin de sınırları var kuşkusuz.


Seni uyarıyorum. Kim olursan ol, türün, sınıfın, cinsin, yaşın, boyun, her ne isen, burada aradığın şey olmayacak. Ama aramadığın şeyi burada bulabileceğini söylüyor içimde bir ses. Aramadığın her ne ise onunla belki burada karşılaşabilirsin.


Yani burada sana gerekli bir şey yok. Burada para pul edecek bir şey yok. Burada kazanamazsın, derdin buysa.


Ve sen bunu okudun ve burada kalmakta direniyorsan hala, bu sayfada tüm sözcükler, noktalama işaretlerine varıncaya kadar sana adanmıştır. Her yazının tepesine kondurmak yerine işte buradan bir tek kez sesleniyorum:


Satırlar arasında kendisini tanıyacak sevgili dost için, yani senin içindir bu. Başka hiç kimse için değil. Başka hiç kimse için yazmaya, yapıp etmeye değmez çünkü.


Bu cafcaflı sözlere kanma. Çok şey de umma. Çok aza razı ol. Azın azına, hatta hiçe razı ol. Hiçe bile! Buradaki her şey bir hevesli işidir. Sana gösterecek doğrusu, eğrisi yok bunların. Sav taşımaz, dünyaya çeki düzen vermeye kalkmazlar. Çıkış noktalarında varsa eğer kusur vardır. Alçakgönüllü ayaklarına yatmak istemem, kusur hoşuma gittiğinden, kusursuz olan şeydense tiksindiğimdendir bu. Üstelik bitmemiş, yarımdır tümü de. Seni aldatmaktır arkada yatan niyet. İhanetle dolu olduklarını söyleyebilirim. Umarım bu uyarılarımı dikkate alırsın.


Pek umudum yok ya, göz atarsan eğer, ‘yani bütün tantana bunun için mi, hepsi bu mu’, dediğini duyar gibiyim. Kıs kıs gülmekten başka ne yapabilirim.


Bitti diye sevinme! Bütün bunları yazan seni tanıyor gibiyim. Bu senin sesin aslında. Şu aldatan, güvenilmez, hain ses… Sevmenin acemisi, gülmenin, mutlu etmenin ve edilmenin acemisi olan sen… Seni tanıyorum. Hala burada mısın?


Teşekkür ederim


Yolun açık olsun. Her neredeysen ve her kimsen, dostumsun.


Merhaba!