Şiiri İçin Küçük Bir Yorum

Zeki Z. Kırmızı / 2020

Peter Laugesen

Danimarkalı ozan Peter Laugesen’in (Doğ. 1946) seçme şiirlerini1 Dancadan büyük başarıyla çeviren Murat Alpar’ı bir kere baştan kutlamalı. Ama Murat Alpar şiir çevirileriyle hep dikkatimi çekti, onun Türkçesinden çeviri şiir okuma keyfini hep yaşadım. Pia Tafdrup’u, Inger Christensen’i, Benny Andersen’i onu çevirileriyle okudum, beğendim ve uzun uzun yazdım yakın geçmişte.

1970’lerde yayımlanan şiirleriyle öncülerden (avangardist) biri konumuna gelen Laugesen, yaşamöyküsünde anlatıldığınca, ‘Amerikalı beat kuşağı şairlerinin, Rimbaud ve onu izleyen yenilikçi şairlerin ve yapısalcılık sonrası edebiyat kuramının bir uzantısı.’ Alışılmamış türden yapısal görünümleriyle anarşist bir yaklaşımın örneğini sergiliyor şiirleri, kısa tanıtıma bakılırsa. Değişik tür ve yenilikleri deneme huyu olduğu, şiir yazmanın onda bir yaşama biçimine dönüştüğü, bütün olarak ele alındığında şiirinin bir günce özelliği taşıdığı (‘şiir biçiminde günce’) belirtiliyor. 1992’de Danimarka Akademisi Büyük Ödülü’nü alan ozan 1997’de akademi üyeliğine seçilmiş.

Murat Alpar kısa ama güzel bir önsöz de yazmış. Orada Laugesen’den alıntılarla şiirinin ipuçlarını anlatmış. Örneğin ikinci kitabında bir şiirinde şöyle diyor Laugesen: “Yazı/ başka bir yazıya/ dönüşmeli// bir dile/ dönüşmemeli/ Yitirmemeli/ yazılmış olan/ içeriğinin/ okunaksızlığını// Yazı/ ne olduğunun/ bir resmi/ değil/ kendisi/ olmalı.” Kaynaklarını da bir başka şiirinde şöyle şiirlemiş: “Okuduklarım neydi? Suzuki’yi, Debord’u, Artaud’yu okudum./ Dylan Thomas sesti, akarsuydu Kerouc, Finnegans Wake/ balta girmemiş yapay bir orman. Konakladığım ilk yerlerdi bunlar/ geleceğin çölünde.” Bir soruya verdiği yanıt da önemli: “Benim şiir kitaplarımın her biri, küçükçe ya da büyükçe bir explosion ya da bir implosion’dur. Kimi kitaplarıma her şeyin girmesi için çaba gösterilmiştir. Bu kitaplarda uygulanan ölçek, yalnızca metnin yazılabilmiş olmasıdır. Öteki kitaplarımda ise, bunun tam karşıtı olarak, yavaş yavaş ve bıktırıcı bir yazma biçimi söz konusudur./ Şiirlerimin modeli: Kulağın duyduğu konuşulan dil ve gözün gördüğü basılmış metnin görüntüsüdür./ Yani: Şu andır.”

Alpar’ın seçtiği şiirlerin yayımlandığı şiir kitapları Danca ve Türkçesiyle şöyle: Yak og Yeti (2012, Yak ile Yeti), Der er ingen til stede kun ordene i flok som dyr pä vej (2014, Hiç kimse Yok Ortalıkta Yalnızca Sözcükler Var Sürü Halinde Yolda Giden Kocabaş Hayvanlar Gibi), Brev til en maler (2016, Bir Ressama Mektup), Traveling (2017, Traveling).


*

Yukarıda Alpar ve ozanın kendi açıklamalarından sonra benim ekleyebileceğim çok şey yok. Haiku’dan nasıl etki aldığının bir kanıtı: “Şu ince tahta kapı/ hep açıktı/ yağmur yağarken.” (Don Van Vliet’in Son Şiiri, 19)

İlk şiirlerinde doğaçlamanın, içe doğanın, anları saptayan belirimlerin öne çıktığı görünüyor. Yargı tınlaması yapan bir seslenişi var Laugesen’in. Sonra durum daha yatışıyor ama dünyayı anlama biçimi değişmiyor, aynı çizgide geliştiriliyor. Duyum algının önünde ve adanılmış bir tutum gibi. “Ağırlaşıyor/ çam dalları.” (29) İndirgenmiş yaşamının indirgenmiş sözcüklerle birebir yansıtılması şiirinin yaşamına nice bağlı olduğunu ve önemini yankılıyor: “Okuyorum/ dinliyorum/ uyuyorum/ yazıyorum” (Pounds Conficius, 32) Yaptığının bir anlamı olup olmadığını bilmiyor, önemi konusunda bir düşüncesi yok, ne yaptığı konusunda ise hiçbir düşüncesi yoksa doğru yolda olduğuna inanıyor. (33) Bir Stoa yaklaşımı sezinleniyor ozan beninden anladığı şeyde. Yaptım ve yapamadım, işte tümü bu! Bırakın büyük sözler etmeyi, dinleyin: “Yarın/ diyorum kar/ erimeye başlayacak yavaştan.” (34) Köpek koşarken şapkam başımdan uçabilir. (37) “hiçbir şey söylemiyor/ hiçbir şey söylemiyor// çalıkuşunun çığlığı” (38) Ve yağmur yağıyor, sessiz ve yoğun, “ince bir iplik gibi/ uzun zaman” (Fautrier, 42) Amacımıza ulaşsak, adımızı duyursak, dursak bir bahçede ve kuşlar ötse, büyüse çimler, “Şimdi ne yapacağız” (Duyuru, 54) Adım yazılı olsa da (bir yerde) o ben miydim? Kim bilebilir oradakinin kendisi olduğunu? Fırtına gibi dolaşıyor ozan kitapları arasında: “ama fırtına gibi değil/ be adam/ leylek gibi desene” (59)

Günler kısa, akşamlar uzun, yağan kara güvenilmez, “atım/ öyle yavaş gidiyordu ki” (Bir Ressama Mektup, 71) şiir de iyice yavaşladı, güvenilmez karda atın yürüyüşüne ayak uydurdu. Bırak aptal tv önünde aynı ve aynı ve aynı olana boyun eğmeyi, çık balkona, sise yağmura da aldırma, seyret görünümü. (73)

Şiir başka bir şeymiş gibi davranmasını kimse ummasın Laugesen’den. Ne yaşıyor yapıyorsa şiir o. Kimin ne düşündüğü de çokça umurunda değil. (88) Şiirin sessizlikleri, boşlukları varmış... Daha ne isteriz? İmgelerin doğumu sürecek demektir bu. Yazı her zaman başka bir şeydir, her zaman. Laugesen ya da bir başkasıyla, ne değişir: “hiç kimse olarak girdim buraya,/ başka bir hiç kimse olmadan gittim buradan-// Oğlum, hesabı getir!” (Sylvia, 97) Tanrım, üstü kalsın! (Cemal Süreya).

İnsanın ağzından yorumlu, kasıtlı, niyetli çıkan sesini doğada hiçbir şey karşılamaz. Doğanın sesi doğanın sesinden başka bir ses değildir. Baştankaraların ötüşüne kulak verin. Ötüşü üzerine düşünmez baştankara, öter. (108) Kulak verin, satır aralarındaki boşluktan öten ozanın çıkardığı sese. Bu şiirinde satır aralığını boyuna 4’e çıkarmadı. Siz duyun diye yaptı boşluktan gelecek sesi. Yine de kim olduğunu merak ediyorsanız, yazmış zaten: “Paul Celan’ın nerdeyse hiçbirini yanıtlamadığı/ Ingeborg Bachmann’ın tüm mektuplarıyım” (Hamlet, 115) Ve ondan başkası göremez düşünceli iki saksağanı: “İki saksağan tünemiş/ ırmağın kıyısındaki demir korkuluğa” (127).

Laugesen’in şiiri, içinden yükselen somut soyut hiçbir şeyi ıskalamayan hem tenin hem tinin bir arada şiiri. Yalınlığın içindeki devinimi ve onun ezgisini de yakaladığını söyleyebilirim.


[1] Peter Laugesen; Söyleyecek Bir Şeyi Olmalı İnsanın, Haz. Ve Çev. Murat Alpar, Yitik Ülke y., Birinci basım, 2020, İstanbul, 127 s.