Nostalji

Zeki Z. Kırmızı / 2020-2022

Barbara Cassin

Barbara Cassin 1947 doğumlu Fransız felsefeci ve dilci. Heidegger, Arendt ve Derrida başlıca uğrakları. Nostalji1 başlıklı denemesini okudum. Ev, yurt izleği çevresinde üç yolculuk örneğini üç ayrı denemede işliyor Cassin. Odysseus, Aeneas ve Arendt’in yolculukları.

İlk giriş denemesi Korsika Misafirperverliği (Niye misafirperverlik de konukseverlik değil anlamak olanaksız.) aslında evin bir yerle özdeşleşemeyeceğini vurguluyor. Yerleşik kanı bu yönde çünkü. Özlediğimiz bir yerdir sanki, çocukluk coğrafyamız. Kendi kişisel deneyimine başvuran Cassin, yerleştiği adadan yola çıkarak, geçmiş özlemi (nostalji) konusunda ada imgesini vurgular. “Terk etmeye davet eden olağandışı bir yer: Bir ada terk edilir ancak.” (16) Nostalji sözcüğünün kökeni sanıldığı üzere Yunanca değil, İsviçre Almancasıymış. Ben de yeni öğrenmiş oldum. Sözcük, aslında 17. yüzyılda adı konmuş bir sayrılığın (hastalık) adı. Cassin baştan tanımını yapar: “Kök salmak ve kökünden sökülmek: İşte nostalji budur.” (19) Ve kitabında neden söz edeceğini şöyle açıklar: “İnsanın zaman, ölüm ve sonsuzlukla ilişkisinin yanı sıra, iyisiyle kötüsüyle, vatanıyla ilişkisini de inceleyeceğim (…) Ama aynı ölçüde bu kavramın modern kullanımları üzerine de düşüneceğim; bu kullanımlar bazen evinde olmayla vatanseverlik; home ile Heimat arasında faşizm ve Nazizm yayabilecek anayurt ve kan kültüne varabilecek derecede korkunç anlam kargaşasına bağlı kullanımlardır. Her dilin nostalji deme biçimi, hastalığı vücudun bir yerinde konumlandırma (melankoli, kara safra; spleen, dalak; anksiyete, boğaz) ve bir parola gibi herhangi bir kültürel kategoriye sokma biçimi farklıdır, hatta spleen Shakespeare’den Baudelaire’e aktarılırken olduğu gibi, kelimeyi geçmiş veya gelecekteki bir olay veya beklentiye bağlama, kelimeden kişisel, tarihi, ontolojik, dini, sosyal, vatanperver bir kötülük -acedia, dor, saudade, Sehnsucht, desengaňo, vs.- yaratma biçimi de farklıdır. Nostaljiyi, bizi daha geniş, daha kabullenici bir düşünce yapısına, aidiyetlerden kurtulmuş bir dünya vizyonuna götürecek çok daha farklı bir maceraya dönüştürmek için nostaljiye anayurt veya vatanseverlik arasındaki bu bağı şekillendirmenin mümkün olup olmadığını, mümkünse nasıl olacağını sorgulayacağım. Dahası, nostalji hangi anlamda, hangi anlamlarda Avrupa’yı tanımlayan bir duygudur diyebiliriz? -Kundera’nın Roman Sanatı’nda dediği gibi, ‘Avrupalı: Avrupa’ya nostalji duyan kişi.’” (20-1)

II. Odysseus ve Dönüş Günü başlıklı bölüm, Odysseus’un evinden çıkışı, Troya’dan sonra dönüş yolculuğu çözümlenirken ‘Evimize döndüğümüzü nasıl anlarız?’ sorusu üzerinde durulur. İthaka’ya, evine çok yaklaşmış ama yokluk ve sis bastırmıştır, Yurdun, evin hiçbir kanıtı yoktur, kendilerini kanıtlayamazlar. Bu nedenle Odyssseus yine yola savrulur. Odysseus’un tüm yolculuğu ve nostaljisi, Cassin’e göre, ‘kimlik arayışı başlığı altına girer’. (33) Odysseus sonunda evine dönmüş gibi görünür ama gerçekte henüz dönmemiştir ve yolculuğu asıl şimdi başlar. Bu ‘henüz’ nostaljinin zamanıdır. (42) Öyleyse nostalji neyin nostaljisidir? Hangi yerin, zamanın? “Öyleyse Odysseus ne zaman yuvasındadır (oikade)?” (45) İnsan ne zaman evindedir? Çifte nostalji kavramıyla Cassin’in söylediği şey, ev(in)deyken, evin ta içinde başlayan yolculuktur. Her ev çıkışı gösterir, her ev özlenmek için geride bırakılmak ister. Ev geride kalandır. Odysseus’un evini bulması için arkada bırakması gerekir. Öyle de yapar.

Aeneas’ın yolculuğu ise başkadır. Üçüncü bölümde (III. Aeneas: Nostaljiden Sürgüne) özlem kavramını tersine yürütür. Özlemin kök salma boyutuna ‘kökünden sökülme’ boyutu eklenir. Sanki birbirini silecek, sıfırlayacak bir karşıt kavram çifti söz konusuymuş gibi. Oysa değil, olmamalı. Kavramları bir çemberin üzerinde yürütmek doğru anlamanın yolu. Troya’nın düşüşünden yedi yıl sonra Aeneas ailesi ve topluluğuyla İtalya’ya doğru Akdeniz’i aşar. Derrida’ya gönderme yapan Cassin, ne kendine ne ötekine sığamamak, başkasının dilini konuşmak kavramları üzerinden özlemin hep başka kalan başkaya, hep başka olandan (dil, nesne, yer, insan, zaman, vb.) yurtlanma çabasına, bitmez bir ayrıma (fark, differencia), yeniden atılmaya bağlı olduğunu gösterir. Aeneas’ın halkası da kapanmaz. Latin Roma daha kurulduğu an sonunu, kendi başkasını imler. “Arzu edilen ve mutlu bir melezlenmeyle sonlanır sürgün.” (61) Ama bitmez. Ötekilik de içinde sürgün sürer. Cassin bölümü şöyle bitirir: “Aeneas’ın sürgününün sonucu, Roma’nın çifte kökeni, en az iki dil/ halk ilişkisinin başka bir şekilde inşa edilmesini gerektiriyor ve nostaljiyi daha da karmaşıklaştırıyor.” (65)

IV. Bölüm: Arendt: Vatan Yerine Dile Sahip Olmak ‘özlem’ kavramını güncel bir örnekle daha da boyutlandırıyor. Bölümün kilit yargısı Arendt’in bir söyleşisinde, özlem duyduğu şey olarak, Avrupa’dan geriye yalnızca dil kaldığına ilişkin ünlü sözü. Yurdu ataların toprağı değil dili belirler. (70) Düşünce bizi Yahudilik sorununa elbette taşıyacaktır. Yahudi birey özelinde yurdunu nasıl tanımlayabiliriz? Okuduğum ve 20.yüzyıl Avrupa dehşetini yaşamış birçok kalemin benzer bir temel çatışkıyı (dram) yaşamış olması da anlamlı. Amery’yi düşünüyorum özellikle, Anders’i tabii. Anders’in şiiri bir dili geriye doğru yürü(t)mekten başka nedir? Hannah Arendt bir Alman mı, yoksa Almanca konuşan mı? “Arendt ülkesi Almanya’dan sürgün edilmekten çok bir dilden, Almancadan sürgün edilir.” (73) Onun 1940’ta başlayan sürgünü (ABD) yaşamının sonuna dek sürer. Cassin eğer yurt dil ise der, dil, ‘ana’ dil nedir o zaman? Yanıtı yalın ve oldukça belirsizdir. (Bu yürüttüğü indirgeme örneğinin kısıtlılığıyla ilgili ne yazık ki.) “Yaratma imkânı. Şiir.” (76) Ana dille ilişkimize yakınlaşan Cassin yine önemli bir çıkarımda bulunuyor. Ana dilimizle ilişkimiz nasıldır? Eğer ana dille ilişkimiz iki yanlı ise yaratıcı bir ilişkidir, insan bu ikili ilişkisiyle dilinde yurtlanır. Yoksa kişi ana dilini ancak düz kalıplarla konuşur ve dil bu kullanımda asla kişinin yurdu, dolayısıyla özleminin nesnesi olamaz. Sığ kalıplarla (klişe) konuşulan anadil ‘kötülüğün sıradanlığının’ dilidir. “Bir anadil olmadığında, anadil artık bir dil olmadığında geriye propaganda dışında bir şey kalmaz.” (77) O zaman sürgünü, kendini anadilinin kucağı dışında, başka dilde bulan insanın yaşadığı dehşeti anlamamız olanaklı mı? Öteki dili (yabancı dil) kalıpların dışında, yaratıcı bir biçimde kullanabilir, öteki dilden şiir çıkarabilir miyiz? Kuşkusuz konuyu en iyi dilleyen (dile getiren demiyorum) Heidegger… Bir süre Arendt sevgilisiydi ve Nazizm yollarını ayırdı. Bu arada belirteyim, Anders’in de ilk eşiydi Arendt. Husserl öğrencileriydi tümü de. Heidegger Yunancadan daha Yunan olan Almanca köklere (yurtların yurdu) doğru büktü demir baltasını. Onun demiri manyetikti ve diliyle yaptığı da bir tür ‘manyetizmaydı’ (büyücülük). Bunu en iyi anlayan ve anlatanlardan biri Pierre Bourdieu’dür. Arendt’in Heidegger’e aşkı ve nefretinin kaynağı bu olmalı. Yanılmıyorsam 60’larda buluşup görüştüler. “Sadece başka bir dille başka türlü yaratmak değil, diller arasında da yaratmak mümkündür. Buna çeviri denir.” (88) Tartışmamıza dönersek, konunun Cassin’in attığı altbaşlıkla ‘çeviri paradigması’ olarak tanımlanması bana da uygun görünüyor ve bundan anıştırının çok ötesinde bir şeyi anlıyorum. Zorladığım sınırlar beni Yenidendoğuşa (Rönesans), İnsancalığa (Hümanizma) taşıyor. Anadil arıtıcılığı, şiiri öteki dil üzerinden gerçekleşir, diyebiliriz belki ve Heidegger’den Arendt’e, oradan Derrida’ya bir dizi düşünürü arkamıza almış oluruz Cassin gibi. Arendt’den esinli Cassin bizi ‘sarsak muğlaklık’ dediği bir kavramla buluşturur. Yahudi, Kadın sorunlarını bu kavram çerçevesinde yeniden konumlar. Sarsak belirsizliğe, tek dilin sağlam güvencesi dışında, dilden dile kayan ve zemin/ zaman yitirip bulan ayrıma (fark) yatırım yapar. “Bu iyi bir politika olabilir: totalitarizm riski taşıyan ‘tekleştirme’ karşısında felsefi evrenselliği ve gerçekleri radikal bir biçimde çetrefilleştirmek. Nostaljiden sarsak muğlaklığa: Bırakalım öz bocalasın! Şeylerin özünden emin olmamak dünya ve bizim için olabilecek en iyi şeydir.” (92) Zurnanın zırt dediği yere şimdi geldik. Tüm Cassin uslamlama süreciyle varabileceği doğurgan, yaratıcı olasılıkları birden (yekten) harcayarak çıkarabileceği bana göre en kötü, hadi olumsuz diyelim, sonucu çıkarabildi. Yanılmıyorsam Agambenlerin, vb. durdukları yer. Aslında Cassin’in sorunu, dayandığı silsile (kanon) ve dü(pedü)z indirgemeciliği… Yanlışı düşünce geleneğinden kaynaklanıyor. Durum bizim için de uyarıcı. Hemen dikiliyor ve geçmiş özlemi (nostalji) kavramının bu kavranılma biçimini yeniden tartışmaya alıyoruz. Üçüncü örnekle ‘anadil’ indirgemesi ve çatışkın (dramatik)-tarihsel-Avrupa yorumu kavramı anlamamızı karartıyor. Aynı veri toplamından (set) başka sonuçlar da çıkabilirdi. Şöyle diyor, Anders’e de gönderme yaparak: “Ama şu an için bu ortak dünyaya sadece nostalji duyabiliriz. Bunda Avrupa model veya paradigma rolü oynayabilir.” (93) Şaşırtıcı bir sonuç ya da yargı. Avrupa seçkinciliği (diyelim) altta sırıtıyor.


Eylül 2021


[1] Cassin, Barbara; Nostalji. İnsan Ne Zaman Evindedir: Odysseus, Aeneas, Arendt (La nostalgie: Quand donc est-on chez soi? Ulysse, Enée, Arendt, 2017), Çev. Seçil Kıvrak, Kolektif yayınları, İkinci basım, 2020, İstanbul, 112 s.