Niceyim

Tam da bu kent benim derdim

Ben kentinim sokağınım evinim

Dizine başımı koyup da unuturum:

Söyle hangi yerinden öpeyim


Balkonundandır yerleşik görkemim

Yeryüzü çarşılarından derlediğim

Senin iç çamaşırlarındı sevdiğim:

Yoksa bırak böyle düşeyim


Uykudan alınmışım bak çatılmış

Yuvarlanmış yaralanmışım

Külüm savrulmuş dört bir yana

Sonra değişiyor mu da dünya:

Ya ben neyim?


        Kasım 2007, İstanbul



Herşey Yok Olabilir Bir Çocuk Bile


Bir şiir yazmaya kendimden başlasam

Bakın şurada küçük Malik’tir parçalanan

Gün almamış üç yaşından


Kabil’de misketi şaşırmak

Kapıp elinden daha uzağa savurmak en uzağa

Savurmalıydım ölümünü Ayişa


Kendinden başlayan aşkla

Utanmanın ömürlük koşusunda takılarak

Ağlarına beyaz aptallıkta hiçliğin


Ağzımda buzlanmış bir şarkım var ancak

Koysam küçücük göğsüne duruyor

Yine kan


Beni bağışlayın çocuklar

Kendimden başlasam da tutmuyor uyak

Gövdeniz öyle çıpl


Öyle çatlak bu söz boğulmuş düşler

Petrol sızmış bahçeler

Sizin beşiğiniz


Üşümezsiniz biraz önce bunu unuttunuz

Hepimiz unuttuk ve siz gülmeyi

Annelerin umutsuz büyüyen elleri


Ne denli büyük olsa hayat

Akmayan gözyaşlarını sile


        Kasım 2007, İstanbul



Güvertede


En güzel haritamı çiziyorum bir geminin güvertesinde

Denize bir şeylerimi bırakıyorum ama anımsamadan

Ağız nedir yıkılan kim lombardan bakan

Ambarda kimsesiz kıvrılmış kalan

Haksız filiz sürmüş büyümüşüm boşunadır gülüşüm

Yersiz yer etmek bu benim boşluğum:

     Seni

     Dinle beni 

     Haraç mezat satacağım bu gidişle 


Hayatım kötü seyrediyor yalpalamaktan

Seni öpmekten kayan bir yüzüm var

Belki sarhoşum belki suç bendedir

Gemileri birbirine karıştırıyorsam bundan

Her su üzerine kendi damgamı vurmaktan

Bir kez daha kurşuna dizilsem de ölsem de olur:

     Hem 

     Ne gam


Deniz büyüyor içimde nasıl büyüyor bilsen

Çınlamıyor şarkısız karanlık bir rüzgardan

Damlayan nedir çürümüş kamaralardan

Çekilmenin ceziri cebir ve hile ile

Daha kırılamayışım bundandır ben çoktan

Düşmüşüm köpüklerin usundan

Geçmişim Karadeniz’i ortalayıp

Senin dinmeyen ağzının kenarından


Bir tutam unutulmuşluğu zencefille karıştırıp

Kamarot çok genç ve acemi olmalı

Servis tabağından düşürmüş işte gözlerini

Sonra saçının perçemi geminin bordasında

Düşlerimde ölmüşsün beşinci kulaçtasın

Sevmemişsin ve bunu ağırlık yapmışsın

Takmışsın teline umursamazlığı saçının


Tamam saçlarını ben öreceğim kendi ellerimle

Mizana direğinin dibinde kıvrılmış bir virgülden

Gelmişim  sonra evrilmiş boynunu sevmişim

Solumu sağ etmişim sağımı sol

Önüme uysalca otururken

Çınlamış içimde kampana

Ben ürpermişim

Bu gemi ne gemisi demişim korkudan

Filikalardan güverteye sızan ölüm

Ele geçirmiş gemimizi usuldan


Kendime gelemem çünkü bilemem

Adı silinmiş bu seferden

Deniz kuşlarının kanat kanat kanaması ırak

Kararmış bulutların kaslarında seyiren

Ve içimden geçen

Bilsem ne olacak ki:

     Lütfen, lütfen acı bana

     Beni sensiz bırak


        Kasım 2007, İstanbul



Suçsuzum


Ben suçsuzum işime gidiyordum bu yüzden

Günaydın demedim kimseye hem bana ne

Düşmüşüm zaten kendime az önceki düşümden

Kanıma susamış olmalı biri hissediyorum

Bu bir sokak itidir belki şu bizim kutsuz

Geceden unutulmuş bir geceden çıkıp da

Bu geceden damla opera buffa bu nasıl fanfar

Suçsuzum geçecektim zaten böyle demiştim

Kent beni dinlemiyordu kütük gibi sağır

Mecbur olmasam zaten idam edilmezdim

Böyle havlamıştı sol kaldırımda duran kedi

Umarsız son kirpiye kirpi dedim değil mi

Aldırmaz bilmezdim incitmek istemezdim

Sordular Farisice son isteğin nedir diye

Bütün suçları işlemiştim bu kadar masum

Üstelik sevmiştim baştan sonra temizlemiştim

Kazıyarak künyeni bu cinayeti de işlemiştim

Kusuruma bakmayın ama siz de maktülseniz

Bu nasıl gece çiğ gibi yağmış sabahın döşüne

Gözüm üzerinde alıp götürüyor ama kaç

Kişiydim her sokağın girişinde şu izm’lerden

Yıkılmış bir sedirken nelerden geçtim

Geceden geçtim kendini bilmeyen kentten

Kanalizasyon içlerinden denizlere döküldüm

Selamsız sabahsız martılardan bile komik

Bir sen vardın bir de daha doğmamış üç beş çocuk

Kırgın eşinerek tipi içinde yürüyen körler gibi

Ben daha bir şey anlamazken üstelik özlemek

Yazardı dipnotumda okumuştunuz ne büyük

Oynamışlık ılık ılık akıtıyor aklımı kalbim

Dur dinle beni yorulup da durma lütfen bekle

Ben senin en güzel ölün olacağım bu gece


        Kasım 2007, İstanbul



Gitmek Denli


Ne denli dünya bu denli belli

Benli enli mi dünya

Elimde mavi sarı kara

Balon balon kuş kanat

Aa!  Çocuk

Aa! Sonra siz sonra


Acıma-/Hayır-

Siz uçlarında aşk

En inceltilmiş ipeğin

Kıyı iğnesinde

Ölen

Can-

Siz/mi/siniz


Ne denli dünya o denli kan

Kürek kürek

Kızgınsam rengarenk

Patlatıyorum tek tek

Kirpiğinden

Titreyen

Serçeliğinden senleri


Mağrıptan maşrıka

Çöl puantiyeli harmaniyemle

Taşıdım  ya gölgeni

Aa, delinin zoruna bak

Bensiz benlisin

Desteli


Ne denli düştüm bilmezsin

Günden  geceden

Gülmezliğinden bıkmışım  ama

Tuzsuz yavan bu dünya

Ne denli densiz

Sensiz


Uçan sevinçlerim var

Nasıl da yılmışım nasıl da

Sıtkım sıyrık

Patladıkça

Bir balondan geçip öbürüne


Ne denli benli de olsa dünyada hayat

Kömür gözlerindeki kanat

Saçlarının gizli kumrusu

Ciğerinden delmiş ama sevdiğim ok

Sevmek de nesi

Payıma düşeni

Gitmek buysa

Tamam tamam üsteleme

İşte gidiyorum gördüğün gibi


Ateşler korosuymuş bu ha!

Barutun sesi

Geçmiş olmamış belli

Mon amour hiroshima

Patlıyor dünya patlasın

Balonlarım

Aşkım


Elveda! Elveda!


        Kasım 2007, İstanbul



Üstelik Benmişim


-Sevilmek başka sevgiyi taşımak başka,

dermişim

Bunun için yanan magmadan fazla


Özür dilermişim

Filistin askısında aydan mı kalır

Bunlar benim yansılarım


Anlamadığımı anlamazmışım,

Maskaram kol gezermiş yüzlerinde

Yolum su kavaklarını kesermiş

Bitermiş bir garip gecede


Kıpırdanışım

Zamana düşer yitermiş kuşkular içinde

Sevdim, dermişim

Bu üstelik benmişim


        Kasım 2007, İstanbul



Senin Adın Yağmur


Bak orada durmuş Cihangir’e yağıyorsun

Galata sen yağdıkça uzuyor görüyorum

Sırtını örgünle savuruyorsun yedi tepeye

Mor bereni afili takmışsın yine


Biliyorum içindeki Che Guavera gülerek

İlk purosunu yakmanın keyfiyle

Bu kent senin yüzünden öldürüyor beni

Asiliğini sığdıramam başka bir yere


Sen yağmursan böyle eflatun

Boğazda vapurlar birbirine karışıyor

Kekeme bir Bizans oluşuyor içimde

Anlatsam iyi olur ama anlatamam bunca şeyi


Denizi bu kadar güzel öptükçe sen

Şu balıkçılar yok mu şu aşk hırsızları martılar

Damla damla topluyorlar

Güzelim devrimlerini


Bak bir omzunu dayamışsın bordaya

Diğer omzun dağlara çıkmış

Çocuklar ölmesin diye çocuk olmuşsun

Z’den başlamışsın abeceye


Senin adın yağmursa ıslanmak boynumun borcu

Nereye gitsen fedain olurum

Her yerde ağzımdan bir parça unuturum

Sesimi bırakırım kırmızı


Bak orada durmuş kitap okuyorsun

Önce denizi topluyorsun nasıl oluyorsa

Sonra İstanbul ayaklanıp sana geliyor

Ben önünde eğiliyorum kavlimce


Bilesin ki şimdi mimarbaşı benim

Ağır anemiden ölmek üzereyim

Kırılmadan kalmış son düşümsen

Şimdi sana yağmur demek isterim


        Kasım 2007, İstanbul



İki Mart İkibinsekiz:

Yıllardan Bir Düş Aylardan Aşk Ve

Günlerden Anımsamaktı1


Ben bu Marmara’ya aşkımı usulca bırakmak için diyorsam

Bir yer altı buluşmasıydı illegal seyir defterimdeki mavi

Hava bulutluydu biliyorum üstelik gülümsüyordu

Komünistler duymuştum çok acı çekmişler

Ellerinde şarkıları üşüyordu


Boğaz vapurundan son aşk iskandil edildi çoktan

Mine çiçekleri panzerle ezilecek dikkat edin lütfen

Sansaryan Hanı’ndan bir kez daha geçerken

Tertemiz aşkımın cam kırıkları üzerinde yürümeliyim

Söyleyin rica ederim çok fazla değil mi bu kan


İstanbul mor çatılarının altında o kadar da Bizanslı

Mariyalarının sofu belleklerinden kaçıvermiş

Bugün son kez bir umudun derdine düşmüştü

Bugün Kadıköyü’nün çarşısında patlayan ses ve tarih

Kesme billur kokuyordu


Şimdi martılardan öğrenebilirdim kanat vuruşlarının

Karabatak kardeşliğini dostlar ve yan yana

Kardeşlerim derken kuşkuyla havadan süzerek kenti

El içinde el beden içinde beden ve hayatın içinde

Buluttan sızan isyanımda ben


Biz başka bir dünya isteriz öfkeliyiz

çünkü diyorlar tekstil işçileriyiz ağlamak kayıptır

sonra dökülüp bir kovandan ala ala hey

örtüleri kayar saçlarından ama uyanık algoritmalar

utanmamışlardı hiç yine utanmadılar


Kıyıya insem en güzel adaya aşık olsam bıyıklarım denizci

Gün uygundu zaman uygundu adımlar sessiz ve anlaşılır mekik

Aldım dokudum çoktan unutulmuş kalın kitaptan

Derdim komünistlerdi onlar kurusa da karanfiller

Düş yapımevlerinde örgütlenecekler


Kimse bana İstanbul’u sevme demiyor bundan

Yüreğimden geçen bu hat Çamlıca’ya koşulmuş vapurla

Dünyanın bütün bayrakları ıslanarak geçiyor

Ve hayat bir perde gibi iniyor kızıl geceye

Biliyorum her şey benim bu avuçlarımın içinde


Ayaklarım benden saygı bekliyor beklesin yürümeliler

Güneşe teşekkür etmeliymişim bunca yakamozla ağzım

Aşkım bana aldırmazmış gün akıtmalıların günü ama

Bir damla elası bende gözlerinin

İsterse bugün tümünü geri vereceğim


        Mart  2008, İstanbul



Amor/

ti


Çizginin çizgiyi çizerken çemberi bilmesinden

Böyle bir tansımayla iç geçiriyor dolu dolu oluyorum

Patapat üşüşüyor düşlerim aslında ben bu dünyaya gelmezdim

Eğer milli piyango çekilişinde bana düşmeseydin


Hayatım bıngıldaklarında yeni kırılmalara doymayacak hiç

Aşil topuğu üzerinde çalışacağım kendimden büyük bir aşkı

Hayır gitmeyeceğim kalıp burada sizlere inat

Kendi aleviyle eriyen bir mum gibi dikeceğim


Dualarım kabul edilmeyecek biliyorum kış gelecek

Bomba patlayacak en kalabalık yerimde aldırmayacak kalbim

Herkes benden önce ölecek bunu affedemem

Okşamaya uzanmış parmaklarımı kör bir kurşun biçecek


Bugünlerde şarkılar tenimden akıp gidiyor

Bugünlerde kendimi bir duvarın dibinde donmuş kaskatı

Anlamadığım şeylerden korkmuyorum asıl anladıklarım

Bütün kaygılarımın kaynağı ve en çok anımsadığım


Sana sığınmışlığımın eflatun kuytularında

Acıkmış köpekler için çoğaltılmış ne kadar gözüm varsa

Tümüyle kandırılmış kendimi bir çapari ucunda tutsak

Ak köpüğün kanatları altına bırakarak uyuyorum


Oysa her şey yalan ne sen oldun ne de bana sen deyişin

Amortisi hayat olan bir biletle tek başıma kalmışsam

Kalanı da senin olsun al götür tuzu ekmeği nem varsa

Ama bir kerecik olsun dönüp de arkana bakma


        Mayıs 2008, İstanbul



Duydum Ki Unutmuşsun


Yağmurun salkım saçak mor kirpiğini bile unuttum

Galata cemaatinden nemler kapmayı

Bizans duvarına yuvalanmış işkilli kırlangıcı

Sarıp kucaklamayı

Durgun su birikintisi uçurumlarından atlamayı bile


Kedi sidiği kokusu sarmış kenti

Alıp başımı gitmişliğimde yerine oturmamış

Gırtlak kurdeleleri var oyunsuz ve batmış ve dokuz boğum söz

Ucuz saç tokaları var

Tüylü tıraşsız bacaklarının bodrum katları


Ah bırakılmışlığım çok eskidir hayattan bir an geçsem de

Göğsünden esen meltemden söyle vazgeçtim mi

Ellerimle yakaladım üçüncü kattan sokağa attığın

Gramofon sesini


Duydum ki unutmuşsun

Gözlerimin rengini2>


        Haziran 2008, İstanbul



Öpmeyiniz


Küçücük bir meleğin yanaklarında kalmış

Unutmuşum dudaklarımı

Bu seni mutsuz ediyor olmalı

İlk güvercin postasıyla gönderir misin


Ne kadar da yaşlanmışım

Ne kadar acıyla ve umutla

Konmuşum çatık kaşlarının yayına

Kalakalmışım böyle olsun istemeden

Şimdi sırası toplamalıyım kendimi

Şimdi sırası tüm sevdiklerimden


Lütfen, rica etsem geri gönderir misin?

Yaşam hiç iz bırakmamaya kararlı benden

Omzundaki hercai şey duruyorsa ürkek 

Onun adından ve yetim kalmış sesimden


Unutmuşum o küçük insanın gözlerinde

Bütün maceralarımın atlarla doludizgin

Adalarımı düşlerimi sevdiklerimi

Hüzünlü dönencelerimi


Acı da olsa doğruyu söylemeli

Unuttuklarım şimdi de gerekmiyor zaten

İstiyorsa onda kalabilir rüzgarım

Saklanmış doğum günü mumları gibi

Belli olmaz belki bir gün işe yararım


        Haziran 2008, İstanbul



Nazlı Şiir3


Doksandokuz kerre aşkla girilen şu kıssa hisle

Gönlüm bütün yüzleri okumaya kefildi

Bilerek attım remil üç kemikten sözcük

İşte önümde belirdi:


Biri naz dedi oysa naz köpürmez dedim

Biri göz büyütür bakardı denize

Deniz yunuslar zıplatırken içinden

Karadut yemiş de mora kesmiş ağzı

Güler gibiydi bir uçtan diğerine


Öteki şu bildiğimiz deniz olmalı

Das Man’ın4> imbiksiz suyunda ağır kuyudan

Köpüğünü gezdiren Heidegger değil mi

Varlık ve Zaman’dan bu sıralar

Geleneğin şalını mı kaldırsam


Son sözcük ak

Yardan mıdır of bu yaralar

Bak bu son taşım Afrodit’i muştular

Akdeniz’i gezen gemiler

İzin ver de seni yüzünden öpsünler

N’olur izin ver gel etme naz


Yine atsam doksandokuz aşkla taşımı

Kadıköyü’nden kalkıyor Kabataş vapuru

Akça deniz nazlıca bir şehnaz

‘Zarla şans dönmeyecek’5

Bu kez şansım daha caz


*

Dönmüşüm binnaz ile kendime

Denizi ve ak kemiği seyreltmiş

Sözlüklere gizliden iliklemişim

Kimse bilmesin bir tek o bilsin

İlk denizi çaprazlamasına biçmişim


Diyorum ki

İşbu sözlük üç vakit

        bir naz

        bir ak

        bir deniz sayıklar

Attığım taşlardan

Yüreğimde genişleyen halkalar


        Haziran 2008, İstanbul



Bellek Anımsar


Anımsarım birden sensin gelen günberi burcunda ilk güneş

Önümde yükselen pirinç dağında taze ekmek kokusu

Mayalanmış kabaran bir hayatın seli mi bu

Periler kalbimde tamtamlar çalar


Sonra geceysem özlemişsem gölümden topladığım

Köpük köpük ve soluk soluğa kalmış amazonlarım

Kasıklarından çoğalttıkları sütle yıkıyorlar beni

Sen gelince saklanıp kara orman içine


Fısıldıyorsun sessiz dolunayın yaprak ayasına nakışladığı

Çocuk beşikte uyuyor kapı çalıyor ahırda at uyanıyor

Havada gülüşünün kokusu var yorganın kaydığı

Yerde ılımış az önceki yerim


Senler sahne alır orkestra kaldığı yerden başlar

Şef bageti atar sevip öper sabah mahmurluğunu

Sonra halılar önünde kat kat açılır da sen bir kraliçeysen eğer

Bunu ölü bellek anımsar


        Haziran 2008, İstanbul



FAL


Seni görsem başlar kışikindi

Bir rahmet selidir ki

Köprüler sundurmalar

-Kız hayırlara vesile

Kimmiş ki acep

Bu kanat bu tavus

Yengeç burcundan

Bulutu kaldır bak

Altından

Senler kıratı

Kesme billur

Aşksa yanılmayasın bak

Tam da budur


Nasıl desem kokusu

Kaç minareymiş boyu

İner iner bıkılmaz

Öpsem

Dudağının manası

Kelebekler kalkmaz mı

Ben bu dereden geçmezdim

Velakin

İlle de sağ omuzunun

Canım sorusu


Seni görsem gamzem artar

Tornacının çırak bi’hamarat

Anlar halimden

Koşturur çay getirir

-Buyur ağabey

Nasıl desem

Ihlamur ağacı suya bakar

Dere durup durup yeni baştan

Ihlamur kokar

Bugün bir şey söyle bana

Bugün kirpiğini arala da bak

Esirgeme merhemini

Bugün kalk salınarak yürü şöyle bir

En çok kimi seversin hayatta söyle

Beni mi yoksa

Bırak da artık

Şu yetim ellerim

Değsin yüzüne


Seni duysam bayram gelecek

Lunaparktaki hispanik mi isterik mi anlamadığım

Kara saçlı kara gözlü çingene

Savuracak eteklerini söylemedi deme

Göz kırpacak biliyorum aleni

İçim gidecek

Bayrama diş bileyeceğim

İçimden onu öldürmek gelecek

Sonra rüzgar diyeceğim

Elli gram rüzgar ver ağzının kıyısından

Kısrak yeleli olsun deli

Ayrıca biraz pudraşekerli


Ben ölürüm bu gidişle

Üç maymunla yat kalk sinemde

Sus da ürkmesin peri

İçsin suyunu bi’ hoş

Tilki ensesinde gezinsin

Bir kaz sürüsü gelsin uzaktan

Tüyünü bıraksın üstüme

Aman

A ile mi başlardı zaman

İnsan yoksa seninle


        Temmuz 2008, İstanbul



Durup En Güzel Kendisi Oldu


kendinden başkası yaptı, gitti çağrılınca

ondaki başkasına uzandı

soğukça öptü acıklı anıları


sonra neşeyle

yapması gerekeni yaptı

belinden tuttu ve çekti ve bastırdı göğsüne


uzak rüyaların içinden

egemenlik kol gezerken

Belki bir an çöl

bedevisine gülümsedi


adaktı

gözleriyle yalvardı kurbanı olsun diye

uzatıp boynunu sunağa

tütsüler yakıldı

göğsünün ortalık yerinde yanan bir ayazma


kendisinden şimdi

sahibiyle ölmüş bir köpek yapacaktı

şarkıları vardı


kokladı

yasemin manolyayı gördü manolya onu gördü

sonra durup en güzel kendisi oldu


        Temmuz 2008, İstanbul



Tennenni


Tenini güneşe ser

Güneş kulağına fısıldasın

Portakalı unutma


Tenini geceye ser

Gecenin en sessiz yıldızı

Kaysın üzerine


Tenini zamana ser

Unutma

İğne oya işler


Tenini tenime kat

Tenini tenime ver


        Temmuz 2008, İstanbul



Kirpili


Arzuyla ve acıyla sen

Kirpilik kirp

Kabarıp gülersin önümde

Pembe bulut kirpik kip

Salıp göğe sağ memenden

Ölmek de sever seni

Kirp

Terziler loncasında ustayısam

Alırım atlasımı geri

Bu denli kolay mı

Bırakırsan beni sen

Öridikirp

Anımsa orfe’ni ki senin’çin

Sevmişti cehennemi

Yanmıştı kirpik

Ardına az bakmadan önce

Araf çok dik geçemedik


        06.08.2008, İstanbul



Sivas Şiirleri 1

Meğer


Hoştum iyiydim nerden bilirdim

Sordum pirimden

Avaz avaza Sivas’a

Düşürdüm yolu

Ocağa döndüm ki yüzümü

Gördüm önüm sıra ölümü

Çıra tutuştu geçti can

Madımaktan

İnsan

Oy


        Temmuz 2008, İstanbul



Hiroşima İle Nagazaki Salıncağında Akrostiş


Hyazdım özene bezene kağıdım ak ve doygundu

İ geldi solgundu uzun beklentili ve kederli

R’ye hiç dayanılmazdı çok sıcaktı bir kere

Uzak tuttum onu O deyince ölüyordu çünkü

Kanatlanmış bunca Ş'den iplik iplik gece

İ’nin ikizinden inip de ilk kez

Katlanamıyorum bu alfabeye diyor M

Katlanamıyorum kavrulmuş küçüklerin

A’laz alaz tutuşmuş yüzlerine


Cinnetim artıyor av’cumun içinde kabarık

Şişman ve neşeli mantarlar

Başkalarının şarkılarından azmışlar

Başkalarının buğdayını yakıyorlar

Bu kez N’den desem belki unuturuz

A yine yuvasından akmış göz

Hiçbir yağmura benzemiyor G alın işte

Ağızsız bir A seslenemiyor kör kardeşine

Mezar kazmıya yetmiyor Z harfi bile

Bu da inliyen A bir damla su diyen ilk ve son çocukluğum

K kederin adı oluyor efendim bir de bombayla ölmüş tüm kedilerin

İ inceldikçe inceliyor kopacak yardım edin

Yaşam sevindirmeyecek bir daha hiç kimseyi

Geçmeyecek zaman

Duracak şimdi benim olduğum yerde


Harfleri dağıtıyorum karıştırıp iyice

Bırakıyorum ak kağıdımın üstüne

Sonuç aynı değişmiyor düş aynı

Salıncakta buluyorum yine kendimi

bir Hiroşima’da yok oluyorum bir Nagazaki’de


        Ağustos 2008, İstanbul



Hoşgelişler


İstanbul senin bilmediğin şey yoktur

Hadi bir el ver beni yükselt

Beni en yaygaracı çocuğun yap

Bana bir kent ağzı çiz

Üzerinde ilk nereye bastıysa onu buldur bana

İyi koku alır görmüş geçirmiş burnun

Benden hoş kokulu bir manolya yap

Ayaklarının ucuna bırakıver onun

Bırak basıp geçsin üzerimden


Ama beni yalnız bırakma İstanbul

Yedi tepen birden ayaklansın çalsın davullarını

Zincirlerinden boşanmış sevincim

Bütün sara krizlerim geçsin törenle

Köpürdüğünle kalma ey kent sessiz ol

Geldiyse dokunduysa baktıysa sana

Az öte kay beni yerine say

Benim başım dönsün

Kat beni delirmiş lodosuna

Sen kenarda kal


Hadi koro olalım bir ses olalım

Hadi İstanbul gel tut kollarımdan

Sesimi örsünde biçimle adı halk olsun

Köprüaltı çocuğuysam and olsun ki

Yokluğunda yığdığım

Azatlı martılarımın çığlığı

Doldursun gökyüzünü

Mahyalar tutuşsun ve alevin diliyle:

Bu kent sana ecem

Hoş geliş olsun


        Ağustos 2008, İstanbul



Düşler 1.

Düşüne Girdim Seni Özledim


Düşüne girdim el salladım camından

Sana bir başka dünyadan göçmen kuşlar uçurdum

Baktım yüzünde en uzun leyleğimin gölgesi

Güneyi soruyordu

Uykun gülümsüyordu


Sonra savaş çıktı seferberlik

Sonunda ölüm kaçınılmaz dediler

Ne düşündün sevgilim


Bir an unuttum seni güldüren şeyi

Sabah perdeyi aralayıp kabarınca yüreğin

Buğday tarlalarını biçen

Silah sesleri takırtılarıyla

Kırdı yüzündeki özlemi

Tuzla buz olup dağıldı gözlerin


Canını yakan

Sana ulaşamadan vurulup düşen mektup

Kaybolan nefesimdi

Yanındayım bilmiyorsun ama birlikte okuyoruz

-Neredesin,  derken

İçlenişin


Gökte yedi rengin kapısı

Ürpertiyor seni birden

-Kim var orada sen misin?

Ellerinde birikmiş seher vakitleri eski

Ben değilsem peki

Kimdi söyle bana

Beklediğin


Yola çıkıp da boşuna yorulma

Avucunda sımsıkı sakladığın

Tılsımı bırak usulca suya

Su onu yıkasın

Böyle belki anımsarım seni

Düşündeki avluda

Yoktum biliyorum ama sevgilim

Nasıl da nasıl da seni özlemişim


        Ağustos 2008, İstanbul



Bencilleme 1.

Ya Beni Yok Et Ya Da Beni


İçinde olmadığım düşü mü görüyorsun

Görme

Benden başka yağmurun mu var

Benden başka hiçbir yağmur ıslatmasın seni

Kimseye gülme kaşlarını çat

Bela ol herkese

Adın yıkım olsun

Yalnız beni sev


Yaşamla ilgili ne düşünüyorsan şimdi onu düşünme

Kimse takılmasın gülüşünün çengeline hiç kimse

Geceyi bana bırak

Sen bir tek gülünü tak o kırmızı alevi

Omzunun en çıplak yerine

Yalnız ben yalnız koklayayım diye


Seni nedir mutlu eden söyle

Gizli ordularım adım adım izliyor seni

Bakışını çalan şeyden

Toplamak için gözlerini

Bana ihanet etsen de seni incitemem

Biliyorum sıradan yaşamak seninkisi

Kaderime boyun eğip kederle

Öpüyorum gölgelerini


İyi şeyler düşünme gökyüzüne bakıp da

Benden iyisini bulamazsın unutma

Geçir törenle gökkuşağının altından

Baktığın yıldız yörüngesinden çıkar

Ama sen yola çıkma hava kötü

Yolun üzerimden geçmiyorsa

Ağrın benim olsun

Sende kıskanacağıma


Ya beni yok et sevgili

Ya da yine yok et beni


        Ağustos 2008, İstanbul



Milonga


I

Göğsüne soluğumla işlediğim milonga

Düştü düşecek yaklaşan güz rüzgarlarıyla


Vos y el me cantaban. Piantaron. Y a esta


Son arzumu soracaklar asılmadan önce

Giysilerimi çıkarın öyle bırakın sokağa


Vos y el me cantaban. Piantaron. Y a esta


Yalnızlığın mührüyle unutulmuşluğum

Damlıyor kırılmış kaldırım taşlarına


Vos y el me cantaban. Piantaron. Y a esta


Göğsünden kanatlanmış mektuplar

Keskin nişancıların namluları ucunda


Vos y el me cantaban. Piantaron. Y a esta


Daha çok dayanamam işte benim göğsüm

Açık onikiden kızıl dudağının vurgununa


Vos y el me cantaban. Piantaron. Y a esta


        Ağustos 2008, İstanbul


II

Pequeno nino perdido

La soledad te crio


Kırmızı rujlu dudakların

Sokağımı çaldı


Tramvayın çanı anımsattı

Hayatımı


Bütün duvarlarda

Senin sessiz itirazın


Bir sineği kovar gibi

Uzak tuttu aşkımı


Çıkardım mendilimi

Son ruj lekesi için


Ellerim kan içinde

Ellerim suç aleti-


Tanıdım sokağın sonunda

Uyumuş kalmış gövdemi


Sen –bir gece -gizlice

Ölüm koymuşsun kalbime


III

Yüreğim sığ yüreğime

Sustalım dur yarı yolda

Milonga

-Çabuk ol çabuk acili ara

Dayanamayacağım bittim ben

Damlayan kanın kırmızısına

Söyle doktor

Beyaz güvercin konacak mı yine

Göğsümün ortasına


Kafamın içinde zaman ayarlı

Canıma yetti bu hayat

Patladı patlayacak

Milonga

Bu sokakta sürüklenirken

Beş parasız umutsuz

Bakacak gözlerim

Hiçliğin son efendisi olarak


Bir bulmaca bu

Acıdan ötesi var inanma

Milonga

Küçük fahişe bedenini satıyor

Sokak lambasının çiğ ışığı

Teselli edemez onu

Yoksulluk da şarkı söyler

Zengin beyefendiler

Para verip sevişmeyi severler


İçsem unutsam

Çıplak dalında ağacın

Karga

Gördüğü bir cinnet aşağıda

Paramparça aşkım

Elimde kanlı sustalımla

Bir daha bir daha mı hayat

Milonga


        Ağustos 2008, İstanbul


IV

Benim küçük ama büyük hayatım günlük yörüngesinde biraz daha eskiyerek, biraz daha

yıpranarak da olsa yol alıyorken pupa yelken,

Benim küçük ama büyük hayatımda sert bir rüzgar çıkıyor birden,

Birkaç yağmur damlası çalıyor kapısını

Hayatımın. Benim şu küçük ama büyük hayatımın…

Biliyorum geçecek, birazdan havada uçuşan gazeteler, kuş tüyleri, naylon torbalar,

Biraz sonra inecekler sokağa, kaldırımın üzerine.

Aldırma küçük ama büyük hayat, katlan azıcık ıslanmaya, erimezsin, şeker değilsin,

Bak polis devriyesi geçiyor sessizce, güvendesin, gerektiği zaman seni koruyacaklar, endişelenme

Ara 155’i yağmur için, bir şey yapıp yapamayacaklarını sor,

İmdat! De, imdat! Belki boğulabilirim,

Şu egzoz dumanı, bunlar sabahın ilk belediye otobüsleri, kusuyorlar üzerime,

Hayır, itiraz etmiyorum, milyonlar işe gidiyor, gitmeli yetişmeliler,

Ama işsizler de var, ne kaygısızlar yarabbi, hale bak!

İstanbul’un ortası, Taksim meydanı, altta metro istasyonu,

Havalandırması açık sonuna kadar,

Ve havalandırma ızgaraları üzerinde iki genç adam, masum, düşsüz ve derin bir uyku içindeler,

Püfür püfür sıcak hava esiyor altlarından,

Metrodan çıkan insanlar, çöpçüler, otobüs şoförleri, geçip duruyorlar sağlı sollu habire,

Şöyle bir bakıyorlar, şaşkın tedirgin benim gibi,

Bu da ne! Olacak şey mi? Sere serpe uzanmış iki genç adam birazdan, altlarından püsküren havayla

Havalanacaklar sanki. Yükselecek sürüklenecekler rüzgarla.

Buyrun bakalım!

Şimdi bir gazeteci mesela, dünya ne der, rezil oluyoruz

İki genç yavaşça,

Hala uyanamadılar, incecik giysileri var, havayla balon gibi şişip duran, göğüsleri bağırları açık,

hala uyuyorlar,

Belimin hizasına çıktılar, biri durdurmalı onları, itfaiye mi çağırmalı,

Hayatlarından taşıyorlar, yüksek atlıyorlar, bozuyorlar düzeni,

Yoksa, bana ne mi, vitesi boşa al, unutmaya tak,

Boşalttım belleğimi bak-

Ne kolaymış.

Ayakları çıplak ve dalgacı uykuda konuşuyorlardı,

Birinin derin uykuda eli omzuma dokundu,

Bu kadarı fazlaydı, hayat onlarda daha küçük durmalı, uykuları asla konuşmamalıydı,

İmdat! Acil, dedim içimden

Rüzgarı delip geçtim, sığındım, güvenli öte yakaya, ateme’ler, banka, hepsi oradaydılar,

Güven veren vitrinleri, işveli çağrılarıyla,

Sildim bu kıyısız martıların

Yurtsuz çığlıklarını, makasla kestim fotoğraftan ustalıkla

Benim bir kalem, benim bir ailem, bir devletim, koca koca

Dosdoğru güvenilir çok hoş ihanetlerim vardı,

Düzenli,  yolunda güzel güzel akardı zamanım,

Elini sıkmadan kimseyi öldürmedim hiç,

Her şeyi kitabına uydurdum,

Doygundu hayatım, kendinden hoşnut,

Gizli dökerdim artıklarımı, sifonu çekerdim üzerlerine, bu suçsuz uyku

Havalanmasaydı, böyle tuhaf kanatlanıp, yükselip de

Gökyüzüne.


Birden, ellerim koptu ayrıldı bedenimden, bakakaldım arkalarından

Sonra gazetem terk etti beni, oysa yurttaşlarından, iyicelerinden

Şovenist değilsem de severdim ülkemi, sorunum yoktu, işim vardı, maaşım, kimlik no’m,

Sonra bu ızgaradan soluyan

Yeraltının, bataklığın, ölümler ülkesinin nefesi,

Kent de beni terk etti,

Altta metro istasyonu var, gaz var, sıkışmış, birazdan patlayacak

Otelin kapısındaki adam yüzüme bakmıyor,

Ellerim kaçıyor, bırakmayın yakalayın onları, yardım edin, diyorum

Çınar ağaçları arkamdan konuşuyorlar, benim hakkımda, gizli

Kıyısız martılar şimdi nedense hep bir ağızdan sustular

Sonra ayaklarım da uzaklaştılar, terk ettiler beni, üstelik iki ayrı yöne,

Biri tramvaya atladı durakta,

Hey! Yanlış tramvaya biniyorsun, diyorum, sesim çıkmıyor,

Havalandırmanın üzerinde iki gencin uykusu biraz daha yükseliyor,

Onlara yetişemem, ellerim yok. Hem

Geriye kalan şeyim, neyim,

Bilemedim.


Yalnızlık gibi duran birinden ateş istedim,

Tutuşturdum ağzımı, bıraktım yansın, sonuna dek,

Eğildim, ellerim yoktu, düşmüş sözcüklerimi toplayamadım

Ayaklarım da çekip gittiler, yürüyüp

Bunlar senin için diyemedim seveceğim birine,

Bir kadın, neden olmasın, dudakları kana bulanmış,

Geçkin ve akşamdan kalma

Çirkin bir kadın, olsun, bunlar senin olsun, kim olduğunu anımsa,

Öptüm, iç cebime koydum.

Bir mucize bu!

Hayatım, dürüst hayatım, yoruldum ben,

Her ölenin adını koymaktan,

Her ölene bir mezar kazımaktan, görevimi yapmaktan

Küçük ama büyük hayatımdan,

Katladım dörde, öptüm, iç cebime koydum

Bana yazılmış bir zamanlar o ilk ve son alfabesiz

Mektuptu. Çoktan unutmuştum onu.


Meydanı geçtim.

Çocukları geçtim tinere gömülmüş burunlarını,

Hayatımı geçtim, küçük ama büyük  olanı,

Ezdim olmayan ayaklarımla izmaritini,

Havada uçuşan uykusuna iki genç adamın, el sallamadım, bana ne,

Ağzımı yakmıştım az önce,

Bitti işte şarkım.

Bu kez kötü vuruştu,

Çok kötü bir vuruştu,

Bu kez sanırım ıskaladım.


        Ağustos 2008, İstanbul


V

‘En un bondi color humo’


Traş oldum sinekkaydı

Mavi gökyüzüne batırıp yıkadım yüzümü

Cilalıydı ayakkabılarım

Boynumda mor ipek fularım

Ağzıma iliştirdiğim fiyakalı ve yorgun

Islığımla

Çıkıyorum kapıdan

Hazırım şimdi hayata


Ama neden güldünüz

Komik bir şey mi var?


Alışveriş merkezinin kapısında

Yarı çıplak zavallı bir kadın

Aldırmadım

Aklım bugün yapacağım vurgunda

Hayatımın en büyük vurgunu olacak

Ya batacağım

Ya kurtulacak


Ama neden güldünüz

Komik bir şey mi var?


Cinayeti gördüm

Terör kurbanları paramparça

Geceden kalmış kent cinnet

Berbattı her şey berbat olmasına

Kusmuk artıkları çöpler ihanetler yenilgi

Ve çığlıkların yankıları hala süren

Ama yıldıramaz bugün hiçbir şey beni

Bugün kuşandım bütün küfürlerimi

Yüreğimi biledim ölümcül bir bıçak yaptım

Belime sokulu namlunun soğuk ucu

Bitirmek için onu

Hazırım şimdi hayata


Ama neden güldünüz

Komik bir şey mi var?


Ah, tabii ya! Unuttum

Avucumda bir gül vardı

-Son ağır lafımdı ona saklamıştım-

Elimi yaktı


        Ağustos 2008, İstanbul



Bir Kız Çocuğu Okula Başlıyor


Okulun kapısında duruyorsun

Hiç ama hiç korkmuyorsun


Biliyorsun

Bu kapıdan girersen


Görmeyi öğreneceksin

Hiç böyle görmediğin anneni


Şarkısını duyacaksın

Küçük kırmızı karıncanın


Minik burnun

Rüzgarın kokusunu alacak


Yurdunun tuzu ve ekmeğini tadacak

Doyamayacaksın


Bir bir dokunacaksın her şeye

Sevmek ne demek anlayarak


Annenin resmini yapacaksın boya kalemlerinle

Dünyadaki bütün anneler gülümseyecek sana


Yürümek ne kolaymış diyeceksin

Su üzerinde yürümek


Ve uçmak mavi bulutların arasında

Sana ne kadar yakışacak


Artık masalları sen okuyacaksın

Hayal kurmayı unutmuş insanlara


Bak öğretmenin seni çağırıyor

Bak dönmeye başladı dünya


        01 Eylül 2008, Dünya Barış Günü (İstanbul)



Sınır Karakolunda Ölmek


Seni sevdiğimi söylemeye korkuyor ağzım

Bir roket yola çıkıyor Baysan Vadisinden

Yüzümün yarısını alıp götürüyor bir yerlere

Düşüp kalıyorum kendi sözümün üzerine


Sana seslenmeye korkuyorum menzilim kısa

Kaç yerinden biçilecek otomatik ölümle

Askeri helikopter beni hayata yetiştiremez

Hayat beş yaşında kızımla donacak geride


Adımı taşıyacak bir bedenim olmayacak havan

Acıtacak kalbimi yurdum belki de sen olduğundan

Haykırsam senin için asıl yaşamak istediğimi

Öpmekten başka bir şey istemezdim ellerini


Madem öldüm yağmur gibi yağan kurşunla

Kalkıyorum ayağa dağları savurup iki yana

İnce bir su bulmalıyım diyorum yeşil bir vadi

Kızıl bir gül bırakıyorum seni arasın diye suya


Rasim Onbaşım gülüyor o da öldü az önce

Olur böyle şeyler diyor bizimkisi bir hayat

Bilmiyor ki bu akşam nöbette çekip bir kenara

Anlatacaktım ona neden yaşamam gerek


Yapılabilecek hiçbir şey yok hastane uzak

Kaç ölüm geziyor bedenimde saymakla bitmez

Seni sevmekle geçecek bir ömürden kopmak

En güzel dünya düşümden yurt kardeşliğinden


Seni seviyorum desem hain ölüm bırakmayacak

Beni ancak başkalarının da sevdiğini o son anda

Düşünmek kurtaracak o zaman bağışlayacağım

‘Kan uykularda’paramparça olmuş gövdemi


        Ekim 2008, İstanbul



The Dark Side Of The Moon


Bir gün uyandım ülkesiz kaldım

Bana kalan unutulmuş bir armağan

Büyüyen uçuruma baktım


Uçurumun kıyısından sevmek

Sürgüne tutsak edilmekti

Ay’ın arka yüzüne


Zaman esnerdi ve zamanlar kırık

Kurban hep beklerdi kıyıda

Kıyısı içilmiş suda


Ay bir gece

Ağrılar salarken usuma


Uçurumu dolduran

Ayakları yorulmuş atlardan

Baht almışım ben


Bir gün uyandım

sanmışım bunu anladım


        Ekim 2008, İstanbul



Bir Kıvılcım Yeter


Ey ruh! Seni arayan bulur

Yeryüzünün balığı yakarsa fenerlerini

Seni bulurum ve çalınmış bir ayinle

Kadehime doldururum


Bedenle bedeni buluştursam

Kaynakçı ustasının düşü bardağa düşer

Işık durmadan

Akıp gider


Beden kırıksa ruha elveda

Buzul dönemi yeniden

Sesi gömer kar


İnsan bir kıvılcımla da

Yanar


        Kasım 2008, İstanbul



Zaman Tünelinde: Fotoğraf Kazıbilimi


Si vis amari, ama

Sevilmek istiyorsan önce sev.


Güzellik onu arayana görünür.

Binbir Gece Masalları


I

Olmadığım yer, bana seslenmediğin hayat, güzelliğinin

gökyüzünden Ay ışığı gibi indiği ve yokluğumun kaskatı gecede

taş kalbinle itildiği uçurum… Damatsızlığım,

kiraz dudaksızlığım, buklesizliğim, duvaksızlığım benim.

Hiç olmamışlığım, kimsesizliğim, sensizliğim…


II

Senin bakışınla aranmış ve bulunmuştur,

veda edilmiş son bir yankıda izleri hüznün.

Ah, nice unutmaların eşiğinde,

çam kütüğü avluda ıslanmış olsa,

sevdiğin adam ben olsam, uykunda ortaya çıksam,

sen uykusunda gezen bir gelin olsan,

Kendi sütünü koysan pişirdiğin yemeğe

duvağındaki çiçeklerle, aşk kokan.


III

Senin bir pencere olduğunu unutmuşum.

Yatıştırıcı denizlerden bir deniz olduğunu,

kente sığınmış barışın göz alıcı ak kuşusun…

Kanatlarının altındaki kokuyu

ben unutmuşum ya da yokmuşum ya da bir masaldan

inmeye korkmuşum avucuna…

Ama sen baktıkça böyle kara ve derin,

biri olurmuşum.


IV

Frida ya da bu işaretle başlayan suysan, dedim

beni göğsündeki fideliğe

eker misin?


Kalın, kara kaşlı bir şarkıysan, dedim

Çocuksam ağzından havalanmış, güvercinim,

sever misin?


Gözlerinin anımsadığıysan, dedim, sen

Zühre misin?


V

Orman kuşlarını anımsasın

Ey evrenin kök topazı

Yağmursa gecenin kanadı

Yorulup bırakırsa

Göğsünden düşen

Son hayatsam

Rüzgâr çizip dursun yaprağa beni


VI

Razıyım teslimim geceyim

Sevmeden gitmeyin beni

Gölgeyim anımsadığım:

Beni kör eden büyük patlamaysa

Üzgünüm kederliyim benim

Küçük bir dere gibi sessiz

Kendi kıyılarımı gezerim


VII

Onun

Çok güzel ağzı için

Ve bu ağzıyla böyle güldüğü için

Kardeş kardeşi

Vurdu


Gözleri için

Savaşta

Çok ölen oldu


Eli eli

Böyle güzel

Konuşsun diye


Şimdi

Sıra bende

Şimdi sıra

Yitirmede


VIII

Kendi yağmuruna yağan yağmur

Kendi göğüne tırmanan albatros

Ve kendi şarkısını dinleyen bir şarkısın

Menzilimin dışındasın

Dalmışsın yine diplerine

Bir içim su-

yekpare varlığının


IX

buğdaydan ocaktan ve ağustostan

insan insana böyle kardeş olur

yola düşerim yol uzun

ya bulurum ya bu yolda sen olurum

elimde kızıl ateşim

bazalt üzerine de çizsem yüzünü

mevsimler geçer unutursan

Gece gizli gece örtsün üzerimi


X

Zamanı zamana boşaltmak

Bir aralıktan

Aşkın en güzel filmine bakmak

Bir kelebek olmak

Kelebek dudak

Bir dudaktan ibaret olmak

Çıplak omzuna


Zamana en aykırı su 

Bağışsız kırgın asi

Su gibi akmak

Avuçlarından


Pembe kum giyip

Zamanın sonunda

Seni sarmak

Seni sarıp sarmalamak

Kucaklamak


XI

Seni bir ırmak getirdi.

En alımlı balığıydın düş kesesinde.

İyi bak ona, dedi, koyup elime,

İyi bak, dünyada hiç kimse

Gülmemiştir böyle.


XII

Küçük tanrıça

Ne fısıldarsın kulağına

Acemi zakkumun


Işıkla yarışma

Gün utanıverir

Kendi aydınlığından


Senden güzel çiçek yok

Budur sana armağanım

Kulağına küpe yap

Unutma


XII

Yedi bilginin yedi göğün yedi suyun yetmediği

Yedi sözün yedi yerden yükseldiği

Sevmek için anlaşılan seni

Mecnun kadar Kerem kadar Ferhat kadar ölmeli

Yedi yürek yetmez sana

Yedi şarkı da ne ki

(Ben)

Bilmem ki, ne sanırım kendimi


XIII

Bu kız, demişti annem, adı duyulmamış

bir çakıltaşı bulacak ve dokunacak ona.

Bir düş görecek, düşüne gireni

mutlu edecek... Şarkısını söyleyecek,

günboyu.


Bu kız, demişti annem, (en büyük yanılgısıydı),

Özleyecek, sevecek seni.

Annem yok artık, çıkmayan kehanetleri de.

Ama bu kız çocuğu var, parmaklarıyla

okyanusa dokunan. İçine

çakıl taşları bırakıyor.


XIV

Teniçi yaprağınsam

Teniçi bir derin kuyu

Yol almışsam

Küçük korulukların yabanıl


Sincaplarını çağırsam

Kalbimi koysam alkışının ayasına

Bal tutmuş parmağına konsam

Sevgiyle diri saf


Gülüşünden alsam da payımı

Gerilmiş kaşınla

Tenin’çin vurulsam

Senin’çin


XV

Kuş ya aparırsa seni

Çıplak minik ayaklarını

Saklasam mı


Kolun dünyanın

Unutamayacağı bir şarkı

Omzumda asılı


Gözkapakların

Eski bir Sümer baskısıdır

Anılar kitaplığında


Ya alıp kaçırırsa hayat seni

Ya umutsuz çığlığım kalırsa yankısız

Boşlukta


XVI

Yapma dedim, değil mi?

Küstün mü?


Döktün mü sütü,

Kedi?


Suçun büyük,

Cezalısın.


Sakın çıkarma sesini.

Yoksa bak, dinlemem,

öperim seni!


Seni gidi

(Küçük Melek), seni!


XVII

Bedeli olmayan şeylerin

ve tartıya gelmeyecek şeylerin,

karşılığı hesaplanmayacak, çünkü paha biçilemeyecek aşkların,

armağanların, öykülerin, düşlerin,

tüm öpücüklerin ve büyük sevme cesaretinin,

ütopya devletini kuran… Siz sevgili kadınlar, gerçek devrimciler!

Lütfen, beni de

yurttaşınız yapın!


XVIII

Diz çöktüm

Öptüm tohumu


Gördüm

Yazgımsan


Ellerimle büyüttüm

Yalnızlığımı


Kapı çalıyor

Bu sen misin


Veda mı

Bir ölüm


XIX

Bakışının ağında

İskete kuşuyum

Bir karınca çalışkan

Anlatan


(pür dikkat izliyorsun beni)


Büzülmüş ağzının

Buruk telaşıyım


(gücünü topluyorsun öpmek için)


Kulağındaki kıvrıma

Sığmışım ben


(İlk ve son şarkımı dinliyorsun)


        Aralık 2008, İstanbul



Emma Bovary7 İçin Mi Minör


Madame çok güzeldiniz.

Filistin’i, Gazze’yi nerden bilecektiniz.

Derdiniz sevilmekti, hepsi bu.

Size bir su damlası kadar benzeyen Berthe’i bile

Doğru dürüst öpmediniz.8.


Ve Madame, ben sizin kalbinizdeki

Çocukları unutmuş ekmekle suyu

Ben sizdeki yanığın en üst derecesini

Sıra hiç gelmemişti ki


Öyle de güzeldiniz, yaşasaydınız…

Kıymasaydınız… Biraz da bizimdi hayatınız.

Size bir öfkeyi anımsatabilirdi Gazze.

İstekle titreyen, küçük, beyaz eliniz…


Ama Madame, hayata direnişiniz

Nasıl sığacaktı gömütlüğe

Ama sığdınız ve çocuklar, en başta kızınız

Anlamadılar, yalnızca acı çektiler o günden bugüne.


Ah, biliyorum, siz sevilmek istediniz.

Merak etmeyin, kalbim bunu anlıyor,

Zamansızlığı içinde yüce bir devrimciydiniz;

Aşk için başkaldıran, ölen…


Sizin kadar töre dışı kalmayı Madame

Sizin kadar cesur,

Sizin kadar yanlışı da göze alarak,

Bilseniz, nasıl istedim.


Gazze’nin güzeller güzeli kızı

Bir kır çiçeği demetini, hiç tanımayacağı

Sevgili Madame, sizin için

Çölde gizlemeli


Lütfen karşı çıkmayın, her şey açık!

Ve herkes bilir bunu:

Siz, bağışlanacak kadar güzeldiniz.

Gazze’nin çocukları,

Yaşayacak kadar çocuktular.


        Ocak 2009, İstanbul



[1] Bir mitingin arkasından

[2] Turgut Yarkent’in yazıp, Selahattin Altınbaş’ın bestelediği muhayyerkürdi makamlı şarkının bir dizesi.

[3] Sözlükten restgele seçilmiş naz, ak, deniz sözcükleriyle bir deneme.

[4] Das Man: Heidegger’in niteliksiz ortalama insanı karşılayan kavramı

[5] Stephen Mallarme’nin bir şiirinin adı.

[6] Pink Floyd, 24 Mart 1973

[7] Gustav Flaubert’in eşsiz başyapıtı Madame Bovary’nin kahramanı tutkulu kadın Emma Bovary.

[8] Çünkü sevilmeyen sevmezdi